30 Kasım 2018 Cuma

Doğaya Pitoresk Dokunuşlar Sergisi

Bugün Hayrettin Sönmez Atölyesinden farklı sanatçılara ait ve aynı şekilde Hayrettin Sönmez'e ait resimlerden oluşan bir sergiye katıldım. Serginin adından da anlaşılacağı üzere (Doğaya Pitoresk Dokunuşlar) sergideki eserler konularını genellikle doğadan almıştı. Ressam Sönmez de kendisini "peyzajın gözlemsel inceliklerini renkli bir paletle yansıtan" sanatçı olarak tanımlamıştır. Diğerlerini tek tek not etmedim ancak solda yer alan tablo ressam Hayrettin Sönmez'e ait yağlı boya ile yaptığı "Gülhatmiler" tablosu. Bu eser ressamın kendisini nasıl tanımladığını da açıklıyor aslında: Doğa izlenimcisi. Sergide 16 farklı ressamın doğa kompozisyonlarından oluşan eserleri yer alıyor. Tümünde de peyzaj konuların yanı sıra atölyesinde eğitim ya da destek aldıkları Hayrettin Sönmez'den de izler bulacaksınız. Sizinle birkaç sergi fotoğrafı paylaşıyorum, eğer ziyaret etmek isterseniz sergi 30 Kasıma kadar Tünel Sanat Galerisi'nde devam edecek. Şimdiden iyi eğlenceler!



 
 

7 Kasım 2018 Çarşamba

Phuket (Thailand) Gezi Yazısı

Aslında ilk defa bu kadar uzak bir rotaya gidiyorum, daha önceki yazılarımda göreceğiniz üzere, gezi tercihlerimizi şimdiye kadar daha yakın (birkaç saatlik uçuş noktaları) şeklinde belirlemiştik. Ancak bu kez balayı rotası olduğu için gözde balayı noktalarından birisi olan Phuket'i tercih ettik :). Phuket'e herhangi bir amaçla (gezi-tatil-balayı fark etmez) giderseniz eğer, gitmeden önce ilk yapacağınız şey mevsimi tespit etmektedir. Türkiye'nin de içinde bulunduğu Kuzey yarımküre kış mevsimini yaşarken Phuket en güzel mevsimini yaşıyor, yani: Kasım-Şubat arası. Aslında Phuket yılın on iki ayı sıcak ancak Kasım-Şubat arasındaki dönemde yağmur azaldığı için tatilciler için daha iyi bir dönem oluyor. Mayıs-Ekim dönemindeki yağmurlar gibi olmasa da, bu dönemde de öğleden sonra hava sıcaklığı biraz azaldığında hafif şiddetli yağmurlar da olabiliyor ancak bu kısa süreli akşamüzeri yağmurları tropikal havayı serinlettiği için iyi de oluyor aslında :). Bu arada, havanın gündüzleri çok sıcak olması (36-38 derece) sizi ürkütmesin zaten klima kullanımı çok yaygın (kapalı mekanlar oldukça serin) bir de zaten kumsalda-denizde vakit geçireceğiniz için sıcaklık bir noktada hoşunuza gidecek bir şey olacaktır. Mevsimi ayarladıktan sonra geriye kalan uçak ve otel rezervasyonları. Başka bir prosedür yok zira: Vize yok! Evet, Thailand yalnızca kapıda vize uyguluyor, bunu da Phuket'e yaklaşırken size dağıtılan formları doldurduktan sonra pasaport kontrol noktasında pasaportunuza yapıştırıyorlar. Zaten turistik bir yer olduğu için pasaport kontrol noktasından geçmek pek de zor bir şey olmuyor.


28 Eylül 2018 Cuma

Elbise Diktirmek

Elbise diktirmek mi kaldı diyebilirsiniz :). Ama annemin gençliğinden kalan bu kumaşı görünce dayanamadım.

30 Ağustos 2018 Perşembe

Dünya Çocukları Fotoğraf Sergisi

İstanbul'da Burak Bora Anadolu Lisesi'nin mezunlar derneği tarafından yürütülen "Geleceğe Gülümse" projesi kapsamında açılan "Dünya Çocukları Fotoğraf Sergisi"ni gezdim geçtiğimiz ay. Sergide yalnızca Türkiye'den değil dünyadan da minik çocuklara fotoğraflar yer alıyor. Fotoğraf sanatçılarının tümü aynı liseden mi mezun bilmiyorum ama zaten serginin de amacı sosyal sorumluluk bilincini yayarak ve örnek oluşturarak Geleceğe Gülümse projesine destek sağlamak. Sergi kataloğunda yazdığına göre, sergide 56 fotoğrafçının fotoğrafı bulunmakta ve bu fotoğrafların Küba, ABD, Nepal, Fas, Hindistan ve Tanzanya'da çekildiği belirtilmektedir. Sergi 13 Temmuzda sona erdi ama projenin dönem dönem farklı yerlerde aynı şekilde sergilerle devam edeceği kanaatindeyim. Eğer denk gelirseniz minik sevimli yüzlerin sergisini gezmenizi tavsiye ederim, verdikleri pozların sizi gülümseteceğinden eminim. Şimdiden iyi eğlenceler!
 
 

27 Ağustos 2018 Pazartesi

Salda Gölü

Salda Gölü hakkında çok şey yazıldı çizildi, özellikle ünlü bloggerların tanıtımıyla son bir yılda yüksek sayıda ziyaret aldı. Hatta yakın zamanda 30.000 kişilik bir konser de planlandı ancak çevrecilerin tepkisi ile konser iptal edildi (bu konuda detaylı bilgim olmadığı için yorum yapamıyorum, muhtemelen çevreciler haklıdır). Salda Gölü hakkında benim daha önce bilgim yoktu, ben de herkes gibi popüler olunca öğrendim. Biz de bayram tatilinde dönüşte yolumuzun üzerinde olduğu için Salda Gölü'nü ziyaret ettik. Bayram tatili olması nedeniyle gölün çevresi çok kalabalıktı, bu nedenle gölüm tüm güzelliğini tam anlamıyla göremedim. Yeşilova Belediyesi gölün bir kısmının turizm açısından da faydalı olacağını düşünerek plaj gibi kullanılmasına müsaade etmiş. Zaten bazı kaynaklarda gördüğüm kadarı ile yüzülebilen alanları sırını çizilerek yalnızca bu alanlarda yüzülmesine müsaade ediliyormuş. Bu plaja yakın alanda tatilciler için minik ahşap evler de inşa edilmiş, ayrıca kamp çadırınız varsa kamp yapabileceğiniz alanlar da mevcut. Fakat göl çevresindeki ormanda tilki, yılan veya keler gibi vahşi tabir ettiğimiz hayvanlara da rastlanabiliyormuş, bunu da şimdiden belirteyim :). 

Göl hakkında merak edilenlere gelince... Göl Burdur'un Yelişova İlçesi'nde yer alıyor. Toplu taşıma vb. var mıdır bilmiyorum ancak biz arabayla gittiğimiz için sanırım şimdilik en iyi ulaşım yolunun araba olduğunu söyleyebilirim (ilçeye 4 km mesafede). Ölçülebilen derinliği ile Türkiye'deki en derin göl olduğu söylenenler arasında (185 mt). Burdur-Yeşilova'ya giderken bazı mermer ocakları gördük, hatta köy yolları bile beyaz tozla kaplanmış gibiydi. Sanırım Burdur'un bu mermer çıkarılmasına müsait toprak yapısı nedeniyle gölün rengi de turkuaz, zira çevresindeki plaj alanı beyaz kum/çakıl ile kaplı. Tabi henüz suyun berrak ve temiz olması da bu açık mavi/turkuaz rengi veren etkenlerden sayılabilir. Gölün etrafında henüz yerleşim yok, bu nedenle kalabalık olmayan bir dönemde -çok geç olmadan- Salda Gölü'ne kısa bir ziyaret gerçekleştirebilirseniz manzaradan çok hoşlanacağınızı düşünüyorum. Hepinize şimdiden iyi eğlenceler!

26 Haziran 2018 Salı

Atina - Pire Gezi Yazısı

Hazır Schengen vizemiz varken bayram tatilinde bir de Atina'yı gezip görmek istedik. Atina'yı tercih etmemizin nedeni hem yakın olması hem de diğer Avrupa şehirlerine göre uygun fiyatlarının olmasıydı (malum Euro çok yükseldi). Güzel bir üç gündü ama Atina için en fazla 3 gün zaman ayırmanızı tavsiye ederim zira biz artık sonuncu gün pek yapacak bir şey bulamadığımız için trenle farklı rotalara yöneldik. Bu nedenle 3 gün gibi kısa tatiliniz varsa Atina tercih edilebilir, ama daha uzun zamanınız varsa Atina + Yunan Adaları şeklinde hem gezi hem de deniz tatili ayarlayabilirsiniz. Genel itibariyle ben Atina'yı beğendim ancak biraz bakımsız ve köhne buldum. Netice itibariyle çok eski bir tarihi olan bir kent ve eminim her yıl pek çok turist de gidiyordur. Buna rağmen bakımsız olmasına üzüldüm, Yunan halkında Türk halkı Akdeniz insanı rahatlığı var sanırım, başka bir gerekçe aklıma gelmedi. Bu girişten sonra, nasıl gittiğimize gelince, Atatürk Havaalanı'ndan uçakla gittik, uçak biletlerini birkaç ay önce aldığımız için nispeten daha uyguna geldi. Zaten bir yurt dışı tatili planlıyorsanız muhtemelen (eğer tur değilse) biletleri aylar öncesinden alarak benzeri mali planları sizde yapıyorsunuzdur. İstabul - Atina arası uçuş yaklaşık 1 saat sürüyor, kısa bir mesafe. Havaalanından şehir merkezine metro ağı var, ATH.ENA ticket adında bir bilet ile ulaşım imkanından faydalanabiliyorsunuz (kişi başı 10 Euro). Biz şehir merkezine çok yakın bir noktada bulunan Athinas Street Inn'de kaldık (3 gün için 130 Euro ödedik). Hem konumu hem de otelin mirasfirperverliği sebebiyle Atina'ya gidecek olanlara burayı tavsiye edebilirim. Peki, gelelim gezilecek görülecek yerlere:

Atina deyince hepimizin aklına gelen ilk yer tabi ki Akropolis. Akropolis her gün ziyarete açık ve giriş saatleri sabah 08:00-19:30 arası ve giriş ücreti 10 Euro. Fakat çok sıra olduğu için ne kadar erken giderseniz o kadar faydalı zira aksi durumda -hele bizim gibi yazın gitmişseniz - sıcakta uzun süre sıra bekleyebilirsiniz. Şehirden yaklaşık 100 metre yükseklikteki bir sarp kayalığa inşa edilmiş tapınaklar Anadolu'nun farklı yerlerinde de gördüğümüz klasik Yunan mimarisi tarzına sahip. Zaten şehrin adı da Akro (doruk) ve Polis (şehir) kelimelerinden türetilmiş. İçindeki Parthenon ve Beule Kapısı, Athena Nike Tapınağı ve Dionysos Antik Tiyatrosu ile gerçekten görmeye değer bir yer, mutlaka gitmenizi tavsiye ederim. Bu bölgede bir de Akropolis Müzesi bulunuyor. Müze pazartesi günleri kapalı ve içine girmek için ayrıca bilet almak gerekiyor. Akropolis çevresinden toplanan heykeller bu müzede sergileniyor.

Akropol'den çıktıktan sonra Atina'da görülmesi gereken yerleri önemli bir kısmını tamamlamış oluyorsunuz zira en çok vakit alan yer burası. Akropol'den aşağı inerken bir dizi kafe, taverna ve alışveriş yapılacak butik dükkanların sıralandığı eski otantik evlerden oluşan dar sokaklar göreceksiniz. Bu bölgeye Plaka adı veriliyor. Antalya'daki Kaleiçi'ne benzer bir yer, bu nedenle gezip dolaşması keyif verici bir bölge. Helenistik esintili takılar veya Yunanistan'a özgü minik hediyelik eşyalar (magnet, nazar boncuğu, zeytinyağı sabunu) almak isterseniz Plaka bölgesindeki stantlarda aradığınızı bulabilirsiniz. Biz gitmedik ama Plaka bölgesinde "Plaka Müzeleri" adında birkaç müze de bulunuyor (Yunan Halk Sanatları Müzesi ve Arkeoloji Müzesi gibi). Müzelere giriş ücretli, ilginizi çekerse ziyaret edebilirsiniz.

Yunanistan deyince akla gelen bir diğer konu da katedral ve agoralar. Plaka'nın batı ucunda Yunan Agora'sı bulunuyor. Buraya giriş ücretli, içinde ise Attalos Stoası ve Agora Müzesi mevcut. Attalos Stoası antik çağdaki kamu binasının yeniden yapımı olduğu için (1950'lerde yapılmış) sıra sıra sütunlarıyla hiç dokunulmamış bir tapınak havası veriyor, güzel bir görüntüsü var. Buradan çıkınca, Atina'daki her yol gibi yolunuz Monastiraki Meydanı'na çıkacak. Monastiraki Meydanı'nda size çok aşina gelecek bir yapı göreceksiniz (solda). Osmanlı döneminden kalma bir cami, mimarisi aynı şekilde korunmuş ancak artık cami olarak değerlendirilmiyor, artık Yunan Halk Sanatları Müzesi'nin seramik eserleri sergileniyor. Monastiraki'de küçük bir Bizans Kapnikarea Kilisesi'ni ve meydanın hemen kuzeyindeki küçük antik yerleşimde Hadrianus Kitaplığı'nı ziyaret edebilirsiniz (yazının başındaki zakkum çiçekleri olan yapı).

Monastiraki Meydanı'ndan Sintagma Meydanı arasında yer alan Ermou Sokağı çok hareketli ve görülmesi gereken bir cadde. Burada (Bağdan Caddesi gibi) şehrin pahalı denilebilecek satış mağazaları yer alıyor. Ancak ben daha çok ilginizi çekecek bir yer söyleyeceğim, Monastiraki Meydanı'nda "Flea Market" adı altında bir sokak daha var. Bildiğimiz bit pazarı, ikinci el ürünler, biblolar, sokak giyimleri, rozetler, minik heykelcikler, yağlı boya tablolar, eski plaklar vb. ilginizi çeken pek çok şeyi burada uygun fiyata bulabilirsiniz. Atina'nın en renkli bölümlerinden birisi burası, ayrıca pazarlık da yapabiliyorsunuz. Burada gözünüze kestirdiğiniz bir kafede güzel bir Yunan Kahvesi (Greek Coffee) de içebilirsiniz, Türk Kahvesine çok benzediği için tadını seveceğinizden eminim.


Sintagma Meydanı'na gitmeye karar verirseniz, burada da Parlamento Binası'nı göreceksiniz. Parlamento'nun sütunlu girişinde önünde Yunan askerinin durduğu "Meçhul Asker Anıtuı" bulunmaktadır (solda). Sintagma çevresinde ise yeşil bir Ulusal Bahçe ve bir antik kent daha bulunuyor. Hadrianus Takı'nı geçince (sağda), geniş bir arazide yapılaşmış Zeus Olympias Tapınağı'nı göreceksiniz, burası da akşam 19:00'a kadar açık ve giriş ücretli (6 Euro). Dışardan görülebildiği için içine girmeyi tercih etmedik. Hemen yakınlarda (yürüme mesafesi) 1896'dan bu yana olimpiyatlarda kullanılan Panathenaiko Olimpik Stadyumu yer alıyor, buraya da giriş ücretli. Şehrin Sintagma çevresinde kalan kuzey tarafı diğer bölgelere göre daha derli toplu ve kalburüstü görünüyor. Muhtemelen şehir sonradan bu bölgeye doğru yapılaştı.

Atina'ya gelip de Akademi'yi görmemek de olmazdı. Tarihteki ilk yükseköğretim kurumu olan Akademi'nin ilk kurucusu Platon, tabi antik çağdan bu yana pek çok kez yeniden inşa edilmiş. 1926 yılında yeniden inşa edilen Akademi antik çağda yapılandan esinlenilerek yapılmış. Bu nedenle sütunları, heykelleri ven altın rengi Helenistik işlemeleriyle gerçekten güzel bir görüntüye sahip. Yunan Akademisi - Atina Üniversitesi ve Ulusal Kütüphane yan yana sıralandığı için antik Yunanda bir caddenin önünden geçiyormuşsunuz hissini de yaşıyorsunuz bir taraftan. Panoramik bir fotoğraf çekemedim ancak tüm binaları yakınına giderek tek tek inceledim, hepsinin mimarisi ve işlemeleri birbirinden güzel (solda bir örnek bulabilirsiniz).


Atina'nın genel görünümünü beğendim, dediğim gibi yalnızca biraz bakımsız kalmıştı. Hem ikliminin bize yakın olması hem de mimarinin, kültürlerimizin benzemesi, esnafın çat pat Türkçe konuşması nedeniyle ben Atina'dayken de Türkiye'deymişim gibi hissettim. Yalnızca yukarıda bahsettiklerimden farklı bir konuya daha değinmek istiyorum, Yunanistan'da 2008'de kriz protestoları sırasında öldürülen ve ayaklanmayı tetikleyen Aleksis'in öldürüldüğü sokakta kendisi için bir yazı yazılmış (solda). Aynı yere Berkin Elvan için de bir hatıra konulmuş (sağda). Buradan anlıyorum ki Yunan halkı da politikada Türk Halkı kadar aktif, politik konuları takip ediyor, tepki gösteriyor, kendince haksız gördüğü konulara eleştiri getiriyor.

Yunanistan bir diğer alametifarikası mezeleri ve içkileri. Zaten mezelerine ve içkilerine bunca yıllık komşuluk neticesinde aşinayız ama yine de denemeden edemedik. Üzerinde tek parça feta cheese bulunan Greek Salad (sağda), tanrıların gözde ürünü zeytin, Suvlaki (döner), közde patlıcan, tarama salata, kalamari, ktapodi (ahtapot), tzatsiki, saganaki, garides, astakos gibi tatları oldukça uygun fiyatlara denemeniz mümkün. Atina'da yemekler çok lezzetli çünkü pek çoğunda halis zeytinyağını bol bol kullanıyorlar. İçecek olarak ouzo alacaksanız çok fazla seçeneğiniz var, bunun yanında sürahide beyaz veya kırmızı şarap da alabilirsiniz. Aslında tüm mezelerin ve içkilerin fotoğraflarını çektim ancak yazının daha fazla uzamaması için burada bırakmayı uygun buluyorum.

Yazının başında belirttiğim gibi, Atina'ya 2 gün yeterli oluyor, bu nedenle 3. gün biz Pire'ye doğru yola çıktık. Pire Atina'nın 10 km güneyinde yer alıyor, buraya da şehir içinden kalkan trenlerle gidilebiliyor (tren derken Avrupa'daki konforlu trenlerden beklemeyin :)). Pire de dev gibi bir liman kenti, sürekli Yunan adalarına cruise gemiler kalkıyor ama görüntü olarak sanki Atina'nın arka sokaklarına gelmiş gibi oluyorsunuz. Pire'de çok fazla görülecek bir şey yok, yalnızca Agia Triada Katedrali, Zea Limanı, Pire Arkeoloji Müzesi ve Helen Denizcilik Müzesi bulunuyor. Yine de marinada güzel bir içecek & meze ikilisi gününüzün güzel geçmesini sağlayabilir. Havalanına doğrudan Pire'den gittiğimiz için buradan Atina E. Venizelos Havaalanına otobüs bileti alıp bu macerayı da burada sonlandırdık.

Tavsiyeler:

- Yaz ayları çok sıcak oluyor, mümkün ise bahar aylarında gitmekte fayda var.

- Her ne kadar ucuz bir ülke de olsa, para birimi Euro olduğu için Euro - TL paritesini de düşününce harcamalara dikkat etmekte fayda var.

- Bir akşam tavernada eğlenin, Yunan mezeleri ile birlikte Uzo için. Yunanistan'a has biraları ve yemekleri deneyin.

- Alabiliyorsanız zeytinyağı, Uzo, minik seramik vazolar, heykeller veya nazar boncuklarından birer tane alın. Aynı şekilde bit pazarından hoşunuza giden birkaç parçayı alın.

- Yapabiliyorsanız bölgeye has müzikleri dinleyin, halk danslarınız izleyin.

Kendiniz için iyi bir şey yapmak isterseniz ve maddi gücünüzde buna elveriyorsa, seyahat listenize ekleyin. Hatta bol vaktiniz varsa, Atina'dan sonra Yunan Adaları cruise turuna çıkarak kültür ve deniz gezisi şeklinde seyahatinizi büyütebilirsiniz. Umarım Atina beklentilerinizi karşılar, şimdiden iyi eğlenceler dilerim!

24 Haziran 2018 Pazar

Osmanlı Resim Sanatını Anlamak

Koç Üniversitesi'nin mezunlar derneğinde geçtiğimiz aylarda belirli periyotlarda, önceden belirlenen konularda tarih söyleşileri yapıldı. Tümüne katılamadım ama "Osmanlı Resim Sanatını Okumak/Anlamak" söyleşisini görünce resim sanatında da ilgi duyduğum için katıldım. Söyleşiyi yapan kişi Hacettepe Üniversitesi'nde sanat tarihi alanında öğretim görevlisi olan Sn. Tülün Değirmenci'ydi. Alanına çok hakimdi ve sunumunu da resimlerle desteklemişti. Bu nedenle ben söyleşiden çok memnun kaldım. Anlatılan birkaç hususu size de aktarmak isterim: İlk anlatılan minyatür sanatçısı "Timurlu Ressam" da denilen, Ressam Behzat'tır. Ressam Behzat, en önemli eserlerini Fatih döneminde vermiş bir sanatçıdır, minyatür tarzda eserler verdiği için eserlerinde mekan algısı (perspektif) yoktur, ışık-gölge yoktur ve genelde yaygın bir ışık kullanır. Diğer ressam mahlası Nigari olan Haydar Reis'tir. Nigari 16. yy'da yaşamış, aynı zamanda şair de olduğu için şair biyografilerinde adı geçen bir sanatçıdır. Avrupa sanatından etkilendiği için İslam sanatında büst portre olmamasına rağmen, büst portre yapmıştır. Yeşil (nefti) rengi sıkça kullanır. Avrupa sanatından etkilenebilmiş olması, o dönemde Avrupalı sanatçılara resim yaptıran padişahların koleksiyonlarına ulaşabildiğini gösterir. Kanuni'yi ve oğlu Sarı Selim'i resmetmiştir. Diğer sanatçı Nakkaş Osman'dır. Kendisine klasik dönem resim sanatının temsilcisi de denilebilir. Çizdiği adamları hiyerarşiye göre boyutlandırır, genelde tarih resmedicisidir. Sade bir üslubu vardır ve olay odaklıdır. En önemli eserleri Şehname-i Selim Han ve Zigetvarname'dir. Anlatılan son sanatçı Nakşi Bey'dir. 17. yy'da yaşamış olan Nakşi Bey'in gerçek adı bilinmemektedir. Tarzı nüktedandır ve çizimleri karikatürize edilmiştir. Avrupa ressamlarından etkilenmiştir ve Nadir-i Divan'da resimleri vardır.

Tülün Değirmenci'nin anlattıkları kısaca bu kadar, eğer bu sanata veya sanatçılarına merakınız varsa bu isimler üzerinden çeşitli kaynaklardan aratarak bilginizi arttırabilirsiniz. Ancak size tavsiye edilen kitapları da iletmek isterim: Kültür Bakanlığı'nın Osmanlı Resim Sanatı adındaki kitabı, Derviş Zaim - Cenneti Beklerken ve Salman Rüşdi'den Floransa Büyücü'sü kitabıdır. İyi okumalar!


Not: Sağ ve soldaki resimler Nakşi Bey'in Nadir-i Divan'da resmetmiş olduğu minyatürlerdir. Aşağıdaki minyatürler ise Nakkaş Osman'a aittir.


23 Haziran 2018 Cumartesi

Resim Hocamız Ressam Muammer Güngör

Arada sırada bloguma göz atanlar biliyor, ben 6 yıldır Eylül-Mayıs ayları arasında İstanbul Barosu bünyesindeki resim kursuna gidiyorum. İlk başladığım yıllardan beri kara kalem / kuru boya / yağlı boya yaptığım bazı eserleri de burada paylaşıyorum. Bu kez bir değişiklik yapmak ve resim dersi aldığımız saygıdeğer hocamız Av. Muammer Güngör'den bahsetmek istiyorum. İlk tanıştığım andan beri kendisini çok severim, sıcakkanlı, esprili, sanatsever ve hayata bu kadar bağlı birini daha görmedim diyebilirim. 90 yaşının üzerinde olmasına rağmen her cumartesi sabah erkenden (kursiyerlerden bile önce) İstanbul Barosu Kültür Merkezi'ne gelip saat 16:00'ya kadar enerjisinden ve inceliğinden hiçbir şey kaybetmeden resim & kültür & hayat dersi veren bu adamdan öğreneceğimiz çok şey var. Sevgili Muammer Hocamızdan öğrendiğim en önemli şeyi size de aktarmak isterim: Hayatta bağlı olduğunuz bir amacınız varsa he bu amacınızın peşinde gidiyorsanız, hiç yaşlanmıyorsunuz <3. Hocamızın eserlerinden bazılarını sizinle de paylaşmak isterim. İnternet sitesini incelemek isterseniz: http://www.muammergungor.com/ adresine tıklayabilirsiniz. İyi haftalar & güzellikler dilerim hepinize!

31 Mayıs 2018 Perşembe

Atölye Rengim

Resim kursumuz sona erdi ama Beyoğlu'na her gidişimde hala Tünel Sanat Galerisi'ne sergi var mı diye bakıyorum. Bu hafta "Atölye Rengim" sergisini görünce her zamanki gibi bu fırsatı kaçırmadım. Açıkçası "Atölye Rengim" tahminimce eserler sahiplerinin resim yaptıkları & resim dersi aldıkları atölyenin adı zira sergideki eserler farklı sanatçılara aitti. Sanatçıları tek tek yazamıyorum ama eserlerin büyük kısmını beğendiğimi söylemek isterim. Özellikle bazıları enteresan bir düşünce yapısını tuvale aktarmış diyebilirim. Sergi 1 Hazirana kadar devam edecek, fazla vakit kalmamış ama ziyaret edecek vaktiniz olursa etmenizi tavsiye ederim. Bazı beğendiğim resimleri burada da sizinle paylaşıyorum: