Bu haftasonu Kelebeğin Rüyası'nı izledim. Filmin biraz durağan olduğu ve gereksiz uzatılan sahneler olduğu eleştirisine katılsam da, filmi beğendim. Özellikle, Kıvanç Tatlıtuğ'un oyunculuğu bu filmde gerçekten çok başarılıydı. Gerçek bir hikayeye dayanması filmi benim gözümde daha da hüzünlü yaptı. Ancak, bazı noktaların gerçeğe uygun olmadığı konusunda yapılan eleştiriler doğru. Mesela, Yılmaz Erdoğan'ın canlandırdığı Behçet Necatigil karakterinin doğum yılı 1916, yani hayatları konu edilen Muzaffar Tayyip Uslu (Kıvanç Tatlıtuğ) ve Rüştü Onur (Mert Fırat)'dan sadece birkaç yaş büyük. Ama filmde aralarında jenerasyon var gibi :).
Filmde, Zonguldak'ta yaşayan iki genç şairin hayatları konu edilmekte. Şairler hakkında biraz araştırma yapıldığında zaten filmin nelerden bahsedileceği rahatlıkla anlaşılıyor. Gördüğüm kadarıyla, mekanlar ve kostümler çok başarılı. Her ne kadar ben bu amatör halimle birkaç çekim hatası fark ettiysem de, o kısmı önemli değil :). Sonuçta film bize 1940'lı yılların başında Zonguldak'taki hayat hakkında bilgi veriyor. En azından bu film sayesinde, iki genç şairin ismi duyuldu (daha uzun yaşasalardı, şimdi bu şairleri çok iyi tanıyor olurduk tahminimce). Şu an her ikisi hakkında araştırma yapmak ve daha yakından tanımak istiyorum kendilerini. Film bittikten sonra Onur Baştürk'ün yorumlarına katıldım gerçekten: "Film bittikten sonra insanın şiir yazası geliyor. Taşrasında tenis oynanan, süslü balolar yapılan 1940'lara dönesi geliyor...". En çok etkilendiğim sahne, Tayyip Uslu'nun baştabibe okuduğu şiir "Diyecekler ki arkamdan /ben öldükten sonra / o yalnız şiir yazardı / ve yağmurlu gecelerde / elleri cebinde gezerdi / yazık diyecek / hatıra defterimi okuyan / ne talihsiz adammış / imanı gevremiş parasızlıktan"
Çok etkilendim gerçekten... Zira film boyunca benim gördüğüm, bu genç şairler her şeyin güzel tarafını görürdü, hayatla dalga geçerdi, sefilliklerine rağmen çok mutluydular. Aslında içinde ne fırtınalar koptuğunu iki satırla anlatıverdi Muzaffer Tayyip....
Filmde, Zonguldak'ta yaşayan iki genç şairin hayatları konu edilmekte. Şairler hakkında biraz araştırma yapıldığında zaten filmin nelerden bahsedileceği rahatlıkla anlaşılıyor. Gördüğüm kadarıyla, mekanlar ve kostümler çok başarılı. Her ne kadar ben bu amatör halimle birkaç çekim hatası fark ettiysem de, o kısmı önemli değil :). Sonuçta film bize 1940'lı yılların başında Zonguldak'taki hayat hakkında bilgi veriyor. En azından bu film sayesinde, iki genç şairin ismi duyuldu (daha uzun yaşasalardı, şimdi bu şairleri çok iyi tanıyor olurduk tahminimce). Şu an her ikisi hakkında araştırma yapmak ve daha yakından tanımak istiyorum kendilerini. Film bittikten sonra Onur Baştürk'ün yorumlarına katıldım gerçekten: "Film bittikten sonra insanın şiir yazası geliyor. Taşrasında tenis oynanan, süslü balolar yapılan 1940'lara dönesi geliyor...". En çok etkilendiğim sahne, Tayyip Uslu'nun baştabibe okuduğu şiir "Diyecekler ki arkamdan /ben öldükten sonra / o yalnız şiir yazardı / ve yağmurlu gecelerde / elleri cebinde gezerdi / yazık diyecek / hatıra defterimi okuyan / ne talihsiz adammış / imanı gevremiş parasızlıktan"
Çok etkilendim gerçekten... Zira film boyunca benim gördüğüm, bu genç şairler her şeyin güzel tarafını görürdü, hayatla dalga geçerdi, sefilliklerine rağmen çok mutluydular. Aslında içinde ne fırtınalar koptuğunu iki satırla anlatıverdi Muzaffer Tayyip....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder