Bu hafta sonu Pi'nin Yaşamı'nı seyrettim. Zaten izlemeden önce - nedense - filmi çok beğeneceğime dair bir düşüncem vardı. Bunun sebebi pek çok alanda Oscar'a aday gösterilmesi değildi elbet. Filmin yönetmeni Ang Lee'nin diğer filmlerini de çok beğenmiştim zaten (Dikkat Şehvet, Kaplan ve Ejderha, Hulk). Film fantastik bir masal gibiydi, benim ilgimi çeken bir kurgusu vardı. Piscine Patel (adını Fransa'daki bir yüzme havuzundan almış - Pisin' diye okunuyor). Ancak, İngilizce'de (Hindistan'da İngilizce konuşulduğu düşünülürse) "Pissing" kelimesinin sahip olduğu anlamdan dolayı okula biraz travmatik başlayan Pi, akıllı bir çocuk olduğu için zekasını da kullanarak adını "Pi" olarak değiştirmeyi başarıyor. Pi'nin babasının bir hayvanat bahçesi var ve çocuklarının geleceği için hayvanlarını Kanada'da bir hayvanat bahçesine satarak orada yeni bir hayata başlama planları yapıyor. Hayvanlarla beraber çıktıkları yolculukta okyanusun ortasında karşılaştıkları fırtınada dev kargo gemisi batıyor ve Pi bir filikada bir zebra, bir maymun, bir sırtlan ve bir kaplanla beraber yalnız kalıyor. Daha sonrasında kurtulana kadar günlerce yaşadığı hayatta kalma savaşını izliyorsunuz. Filmin görsel efektleri çok başarılı. Gece olunca uçsuz bucaksız okyanusta parıldayan yıldızlar, suda yüzen deniz anaları, balıklar sizi fantastik bir dünyaya götürür gibi. Orada olmak ve bu muhteşem görüntülere şahit olmak istiyorsunuz. Hikayeden gerçekten alınacak dersler var: din adına kendinizi sorgulayabilir, yaşayan herşeyin bir ruhu olduğuna inanabilirsiniz :).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder