Yurt dışı seyahatinden hoşlanan kişilerin listesinin ilk sırasındadır: Amsterdam. Sahip olduğu özgürlüklerle ve renkli gece hayatıyla gençlerin; müze, sanat galeri ve mimarisi ile de kültür sanattan hoşlananların ve lezzetli peynirleriyle gurmelerin gezi planlarını süsleyen Amsterdam'ı sonunda gezip görmek bana da nasip oldu. Gezi planım yedi gün olduğu için Hollanda'nın farklı şehirlerini de gezebildim (LaHey, Rotterdam, Voorhout, Noordwijk, Leiden vb.). Ancak önceliğim ve detaylı planım Amsterdam üzerine olduğu için bu yazıda özellikle bu şehirdeki görülmesi gereken yerlerden söz edeceğim. Yazıdaki sıralamayı benim günlük planıma göre yaptım, eğer sizin öncelikleriniz farklı ise, farklı bir rota belirleyebilirsiniz (ya da spontan gezebilirsiniz, tamamen size kalmış). Biz arabayla devam ettik ancak Amsterdam Schiphol Havalimanına inince (AMS) Amsterdam Merkez İstasyonuna (Central Station) veya Haarlem gibi transit geçilen kentlere tren seferinin sıklıkla yapılmakta olduğunu belirtmeliyim (standart fiyatlar tek yön 4 - 5 Avro, gidiş dönüş bir arada alınırsa, vergi avantajıyla bilet1 Avro daha uyguna geliyor). Kalacağınız otelin havaalanı transfer servis hizmeti de var ise, bu şekilde ilerlemek de mantıklı olabilir. Amsterdam'da şehir içi raylı sistemlere biniş için alınan günlük veya haftalık kartlardan da almanızı tavsiye ederim, her yerde bulunan "Turist Information" lardan bu konuda destek alabilirsiniz.
Benim ilk durağım, kaldığım yere yakınlığı sebebiyle Keukenhof'du (Lisse'de, otobüs seferi bulunmaktadır). Dünyanın en büyük çiçek bahçelerinden birisi olan Keukenhof, Garden of Europe adıyla da bilinmektedir. Giriş ücreti 16 Avro, park yerleri de ücretli. Bu arada belirtmekte fayda var, müze, galeri vb. yerlerin giriş ücretleri oldukça pahalı, bu nedenle mümkün olduğunca hesaplayıp hareket etmekte fayda var. Sonra gidip de istediğiniz yerlere giremeden dönmeyin :). İkinci bir husus da, Keukenhof'un yalnızca Nisan-Mayıs aylarında açık olduğunu (bu yıl 17 Mayısta kapandı) belirtmeliyim. Sevimli Hollanda köylerini, uçsuz bucaksız lale denizlerini ve yel değirmenlerini görmek için Keukenhof'un açık olduğu tarihleri dikkate almanızı tavsiye ederim.
İkinci durağımız bisikletle gittiğimiz Noordwijk oldu. (Hollandalılar tam bir bisiklet fetişi, ülkede insan sayısının iki katı kadar bisiklet olduğu söyleniyor, bisiklet yolları, park yerleri ve bisikletler için düzenlenmiş trafik ışıkları var). Şehri tam gezip göremedik ancak Kuzey Denizi'ne kıyısı sebebiyle buraya özgü balıkların (Lekkerbek gibi) tadına bakabileceğiniz restoranları ziyaret edebilirsiniz. Noordwijk dönüşünde LaHey'e gittik (İngilizcesi "The Hague" ve Felemenkçede "Den Haag" deniyor). Lahey'in politik önemi çok büyük. Hollanda'nın başkenti Amsterdam olmasına rağmen, parlamentonun bulunduğu ve fiilen ülkenin yönetildiği yer Lahey'dir. Ayrıca Uluslararası Adalet Divanı ile Uluslararası Ceza Mahkemesi bu şehirdedir. Birleşmiş Milletlerin de ek ofisine ev sahipliği yapan şehir, pek çok önemli anlaşmanın imzalandığı bir kenttir. Meşruti Monarşi ile yönetilen Hollanda'nın kraliyet ailesinin oturduğu saray ve diplomatik temsilcilikler de Lahey'de bulunmaktadır. Gitmişken görmekte fayda var. Eğer vaktiniz varsa, Sanat Müzesi ve Sanat Galerileri (Kraliyet koleksiyonları) de mevcut.
Bu ek bilgilerden sonra tekrar gelelim Amsterdam'a. Bu şehirde ilk durağım Anne Frank'ın Evi oldu. İkinci Dünya Savaşı Nazi işgali sırasında Anne Frank ve ailesinin saklandığı ev müze olarak ziyarete açılmış durumda ve Anne Frank'ın günlükleri de sergileniyor. Giriş ücreti 9 Avro. Buradan çıkınca Amsterdam Museum'a gittik. Şehrin geçmişi ve güncel dönemine ilişkin her şey bu müzede sergileniyor. Dam Meydanına yürüme mesafesinde olan müzenin giriş ücreti 12 Avro. Buradan çıkınca ünlü sokak Red Light Secrets'e (De Wallen) gittik (gitmesek olmazdı, lanet olsun). De Wallen 300 adet vitrinli kabine ev sahipliği yapmaktadır. Bu sokakta iki müze var: Erotic Museum (Giriş ücreti 10 Avro) ve Museum of Prostitution (Giriş ücreti 10 Avro). Biz hava kararmadan geçtiğimiz için henüz ışıklandırılmamıştı ancak siz bir de gece 11'den sonra geçin ;). Ben gece geçtiğimde daha çok beğendim çünkü.
Üçüncü gün tamamen kültür gezisine ayırdım. İlk durağım olan Hollanda Milli müzesi "RijksMuseum" Amsterdam'daki en büyük müzelerden birisi. Saray koleksiyonlarının yanı sıra ünlü Hollandalı ressamların tablolarının da yer aldığı müze, Museumplein (Museum Square)'in ilk sırasında yer alıyor. Rembrandt'ın ünlü "Night Watch" tablosu (solda) ve diğer tabloları bu müzede sergilenmektedir (sağda resim malzemeleri bulunuyor). Ayrıca "Waterloo", Van Gogh'un birkaç tablosu ve Vermeer'in tabloları (İnci Küpeli Kız burada değil maalesef, Lahey'de) da bu müzede. Amsterdam'a gittiğinizde mutlaka uğrayın, hatta yalnızca bir müzeye uğrayacaksanız, o müze RijksMuseum olsun. Giriş ücreti 17,50 Avro. Museumplein'de bir sonraki ziyaretimi Van Gogh Museum'a yaptım. Bu müzeden ayrıca söz edeceğim, giriş ücreti 17 Avro. Bu arada, yukarıdaki o ünlü "I & Amsterdam" yazısı da Museumplein'da. Artık önünde bir fotoğraf çektirirsiniz :).
Amsterdam demişken, biraz da eğlenceye zaman ayırmak gerekir tabi. RijksMuseum'dan çıkınca sağa dönüp aşağıya doğru yürüdüğünüzde Heineken Brouwery (Bira Fabrikası) ile karşılaşacaksınız. Müzeye dönüştürülerek ziyarete açılan Heineken Fabrikasında bira yapım aşamaları, beş boyutlu oda deneyimi, sertifikalı bardağa bira koyma eğitimi, müzikli bar salonu gibi eğlenceli deneyimleri bulunuyor, ayrıca her ziyaretçinin ziyaret sırasında 2 kocaman bardak ücretsiz bira içme hakkı da var :). Eğer Heineken size yeterli gelmediyse, akşam Amsterdam'ın en ünlü barı "IceBar Xtra Cold"a da gidebilirsiniz. Heineken Brouwery'nin girişi 18 Avro ancak IceBar'a gidecekseniz, ne kadar para harcarsınız onu bilemem, zevkinize kalmış (IceBar giriş ücreti 19.50 Avro). Bir öneri daha, bara girmek yerine, elinizde şehir haritası alarak, Amsterdam'da küçük bir yürüyüş yapıp yeni sokaklar keşfetseniz, daha çok eğlenirsiniz :). Ya da amacınız tamamen gece eğlencesi ise, Red Light'ta çok cazip striptiz barlar var (included live sex).
Ertesi günü (4. gün) tam gün boyunca Leiden'de geçirdim. Tamamen bir öğrenci kenti olan Leiden'in de kanalları ve köprüleri ilgi çekici, güzel bir mimarisi var. Ancak çok uzatmamak adına, bu yazıda bahsetmemeyi tercih edeceğim. Bir sonraki gün (5. gün) Amsterdam'da Kanal Turu yaptım (Canal Cruises). Central Station yakınında pek çok kanal turu yapan bürolar bulunuyor, kendinize göre birini seçebilirsiniz. Kanal turu yaklaşıl 1,5 saat sürüyor ve fiyatlar 9-16 Avro arasında değişiyor. Kanal turu yapmanızı mutlaka tavsiye ediyorum, zira çok ilginç kanal evleri ve sokaklar görüyorsunuz. Buradan çıkınca hemen Dam Meydanı'nda olan Madame Tussauds'a gidebilirsiniz. Bu balmumu müzesinin girişi 22,50 Avro, ancak eğer Londra'da girdiyseniz, Amsterdam'da girmenize bence gerek yok (sağdaki Hollanda kralı Willem-Alexander ve eşi). Buradan çıkınca The Amsterdam Dungeon'a girdim. Korkutmasa da çok eğlenceliydi, giriş ücreti 22 Avro. Ancak giriş ücreti yüksek olduğundan, Dungeon'lara veya korku seanslarına özel bir ilginiz yoksa, gitmenizi tavsiye etmiyorum, nasılsa Amsterdam'dasınız :).
6. günümü tam gün boyunca Rotterdam'da geçirdim. Avrupa kıt'asının en büyük limanının bulunduğu kent, Hollanda'nın da ikinci büyük kentidir. İkinci dünya savaşında neredeyse tamamen yıkılan kent (Nazi Bombardımanı sonucu) 1950-1970 yıllarında tamamen baştan inşa edilmiştir. O nedenle Amsterdam ile Rotterdam arasında görünüş itibariyle oldukça fark var. Sevimli sokaklar ve kanal evleri ya da tarihi binalar Rotterdam'da yok, tamamen metal ve modern bir kent görünümünde (solda Erasmus Köprüsünü görebilirsiniz). Dolayısıyla ne yalan söyleyeyim, ben Rotterdam'ı pek sevmedim. Kültür gezisi yapacaksanız, önceliğiniz Amsterdam ve vaktiniz varsa Lahey (Den Haag) olsun.
Amsterdam denilince akla gelenlerden birisi de sosyal hak ve özgürlükler: Eşcinsel evliliğe izin veriliyor olması, fahişeliğin hoş görülmesi ve esrar/mantar/mariuhana vb. ürünlerin cadde üzerindeki veya ara sokaklardaki CoffeShop'larda rahatça satılıyor olması ve alkollü içkilerin uygun fiyatlı olması (Hollanda'da üretilenler özellikle) turistleri çeken etkenlerden birisi (bazı insanlar sadece bunlar için geliyor). Ancak CoffeShoplar'ın önünden geçerken duyulan keskin esrar kokuları bende bir süre sonra bir tiksinti yarattı, ayrıca "Space Cake" de tahmin edildiği kadar güzel değil ama vücudun tepki vereceği kadar etkili (mantarları keyfinize bırakıyorum, onlar seviye seviye). Bu mekanlar kanunlara göre reklam yapmadıkları, kuvvetli uyuşturucu satmadıkları ve 5 gramı aşmadıkları müddetçe satış yapabiliyorlar. Bundan ayrı olarak, kendi mutfağı olmadığını gözlemlediğim Hollanda'nın en önemli tatlarından birisi de peyniri. Bin bir çeşit peynir bulabileceğimiz Hollanda'nın en tanınan peyniri özel bir tada sahip olan Gouda'sı (eski kaşar). Teker şekli verilerek kalın bir zar altında satılan peynir açılmadığı müddetçe 1 yıl dayanabiliyor, o nedenle güzel bir hediye olabilir (resimdeki gibi rengarenk). Sade, fesleğenli, biberli veya başka değişik tatlarda Gouda'lar Amsterdam'daki peynircilerde satılıyor (raflardaki en küçük tekerler 9.90 Avro, ancak 3'lü paketler halinde daha uygun fiyata da satılıyor). Süpermarkete girerseniz eğer, daha küçük tadımlık paketleri ve farklı peynirleri (Fransız, Belçika vb.) daha uygun fiyatlara da bulabiliyorsunuz. Almasanız bile, tatmadan gelmeyin lütfen :). Zaten bir peynirciye girseniz, tüm peynirlerinden tatmanıza izin veriyorlar, yine de domuz etine dikkat ediyorsanız, sorunuz, zira domuz eti ihtiva eden peynirleri bile var.
Yukarıda yazdıklarım dışında, ücretsiz veya cüzi ücretlere gidilebilen yerler de var: Begijnhof (Manastır biçiminde inşa edilen bir alan), Oude Kerk (Eski Kilise), Museum Van Loon (Örnek bir kanal evi), Dam Meydanındaki mimari, Nieuwe Kerk (Yeni Kilise), De Bijenkorf (Alışveriş Merkezi), VondelPark (Central Park gibi dev bir yeşil vadi, festival varsa takip edin), çiçek pazarları ve Waterlooplein (Yahudi pazarı) vb gibi yerler (Modern Cafeler ve Sanat Galerileri de cabası). Bunlar benim tespit edip görebildiğim yerler ancak bir gezi rehberi satın alırsanız, daha görülecek onlarca yer olduğunu göreceksiniz. Veya amacınız sadece eğlence ise, zaten doğru yerdesiniz ;).
Peynirleri, yel değirmenleri, bisikletleri ve laleleri ile tanınan bu ülkeye gezi planınızda mutlaka yer verin. Hem eğlenceli hem de kültürel açıdan oldukça faydalı bir gezi yapacağınız kesin :). Her şeyden evvel, farklı bir ülke & şehir keşfetmek ufkunuzu açacak, dünyaya bakışınızı değiştirecektir. Sıcakkanlı ve yardımsever insanları, güzel planlanmış temiz şehirleri ve lezzetli peynirleri ile benim izlenimlerin olumlu yönde, umarım sizin de öyle olur. Bu arada, indirimler ve faydalı ipuçları için bir sonraki yazımı mutlaka okuyunuz. İyi eğlenceler & Kocaman sevgiler.
Benim ilk durağım, kaldığım yere yakınlığı sebebiyle Keukenhof'du (Lisse'de, otobüs seferi bulunmaktadır). Dünyanın en büyük çiçek bahçelerinden birisi olan Keukenhof, Garden of Europe adıyla da bilinmektedir. Giriş ücreti 16 Avro, park yerleri de ücretli. Bu arada belirtmekte fayda var, müze, galeri vb. yerlerin giriş ücretleri oldukça pahalı, bu nedenle mümkün olduğunca hesaplayıp hareket etmekte fayda var. Sonra gidip de istediğiniz yerlere giremeden dönmeyin :). İkinci bir husus da, Keukenhof'un yalnızca Nisan-Mayıs aylarında açık olduğunu (bu yıl 17 Mayısta kapandı) belirtmeliyim. Sevimli Hollanda köylerini, uçsuz bucaksız lale denizlerini ve yel değirmenlerini görmek için Keukenhof'un açık olduğu tarihleri dikkate almanızı tavsiye ederim.
İkinci durağımız bisikletle gittiğimiz Noordwijk oldu. (Hollandalılar tam bir bisiklet fetişi, ülkede insan sayısının iki katı kadar bisiklet olduğu söyleniyor, bisiklet yolları, park yerleri ve bisikletler için düzenlenmiş trafik ışıkları var). Şehri tam gezip göremedik ancak Kuzey Denizi'ne kıyısı sebebiyle buraya özgü balıkların (Lekkerbek gibi) tadına bakabileceğiniz restoranları ziyaret edebilirsiniz. Noordwijk dönüşünde LaHey'e gittik (İngilizcesi "The Hague" ve Felemenkçede "Den Haag" deniyor). Lahey'in politik önemi çok büyük. Hollanda'nın başkenti Amsterdam olmasına rağmen, parlamentonun bulunduğu ve fiilen ülkenin yönetildiği yer Lahey'dir. Ayrıca Uluslararası Adalet Divanı ile Uluslararası Ceza Mahkemesi bu şehirdedir. Birleşmiş Milletlerin de ek ofisine ev sahipliği yapan şehir, pek çok önemli anlaşmanın imzalandığı bir kenttir. Meşruti Monarşi ile yönetilen Hollanda'nın kraliyet ailesinin oturduğu saray ve diplomatik temsilcilikler de Lahey'de bulunmaktadır. Gitmişken görmekte fayda var. Eğer vaktiniz varsa, Sanat Müzesi ve Sanat Galerileri (Kraliyet koleksiyonları) de mevcut.
Bu ek bilgilerden sonra tekrar gelelim Amsterdam'a. Bu şehirde ilk durağım Anne Frank'ın Evi oldu. İkinci Dünya Savaşı Nazi işgali sırasında Anne Frank ve ailesinin saklandığı ev müze olarak ziyarete açılmış durumda ve Anne Frank'ın günlükleri de sergileniyor. Giriş ücreti 9 Avro. Buradan çıkınca Amsterdam Museum'a gittik. Şehrin geçmişi ve güncel dönemine ilişkin her şey bu müzede sergileniyor. Dam Meydanına yürüme mesafesinde olan müzenin giriş ücreti 12 Avro. Buradan çıkınca ünlü sokak Red Light Secrets'e (De Wallen) gittik (gitmesek olmazdı, lanet olsun). De Wallen 300 adet vitrinli kabine ev sahipliği yapmaktadır. Bu sokakta iki müze var: Erotic Museum (Giriş ücreti 10 Avro) ve Museum of Prostitution (Giriş ücreti 10 Avro). Biz hava kararmadan geçtiğimiz için henüz ışıklandırılmamıştı ancak siz bir de gece 11'den sonra geçin ;). Ben gece geçtiğimde daha çok beğendim çünkü.
Üçüncü gün tamamen kültür gezisine ayırdım. İlk durağım olan Hollanda Milli müzesi "RijksMuseum" Amsterdam'daki en büyük müzelerden birisi. Saray koleksiyonlarının yanı sıra ünlü Hollandalı ressamların tablolarının da yer aldığı müze, Museumplein (Museum Square)'in ilk sırasında yer alıyor. Rembrandt'ın ünlü "Night Watch" tablosu (solda) ve diğer tabloları bu müzede sergilenmektedir (sağda resim malzemeleri bulunuyor). Ayrıca "Waterloo", Van Gogh'un birkaç tablosu ve Vermeer'in tabloları (İnci Küpeli Kız burada değil maalesef, Lahey'de) da bu müzede. Amsterdam'a gittiğinizde mutlaka uğrayın, hatta yalnızca bir müzeye uğrayacaksanız, o müze RijksMuseum olsun. Giriş ücreti 17,50 Avro. Museumplein'de bir sonraki ziyaretimi Van Gogh Museum'a yaptım. Bu müzeden ayrıca söz edeceğim, giriş ücreti 17 Avro. Bu arada, yukarıdaki o ünlü "I & Amsterdam" yazısı da Museumplein'da. Artık önünde bir fotoğraf çektirirsiniz :).
Amsterdam demişken, biraz da eğlenceye zaman ayırmak gerekir tabi. RijksMuseum'dan çıkınca sağa dönüp aşağıya doğru yürüdüğünüzde Heineken Brouwery (Bira Fabrikası) ile karşılaşacaksınız. Müzeye dönüştürülerek ziyarete açılan Heineken Fabrikasında bira yapım aşamaları, beş boyutlu oda deneyimi, sertifikalı bardağa bira koyma eğitimi, müzikli bar salonu gibi eğlenceli deneyimleri bulunuyor, ayrıca her ziyaretçinin ziyaret sırasında 2 kocaman bardak ücretsiz bira içme hakkı da var :). Eğer Heineken size yeterli gelmediyse, akşam Amsterdam'ın en ünlü barı "IceBar Xtra Cold"a da gidebilirsiniz. Heineken Brouwery'nin girişi 18 Avro ancak IceBar'a gidecekseniz, ne kadar para harcarsınız onu bilemem, zevkinize kalmış (IceBar giriş ücreti 19.50 Avro). Bir öneri daha, bara girmek yerine, elinizde şehir haritası alarak, Amsterdam'da küçük bir yürüyüş yapıp yeni sokaklar keşfetseniz, daha çok eğlenirsiniz :). Ya da amacınız tamamen gece eğlencesi ise, Red Light'ta çok cazip striptiz barlar var (included live sex).
Ertesi günü (4. gün) tam gün boyunca Leiden'de geçirdim. Tamamen bir öğrenci kenti olan Leiden'in de kanalları ve köprüleri ilgi çekici, güzel bir mimarisi var. Ancak çok uzatmamak adına, bu yazıda bahsetmemeyi tercih edeceğim. Bir sonraki gün (5. gün) Amsterdam'da Kanal Turu yaptım (Canal Cruises). Central Station yakınında pek çok kanal turu yapan bürolar bulunuyor, kendinize göre birini seçebilirsiniz. Kanal turu yaklaşıl 1,5 saat sürüyor ve fiyatlar 9-16 Avro arasında değişiyor. Kanal turu yapmanızı mutlaka tavsiye ediyorum, zira çok ilginç kanal evleri ve sokaklar görüyorsunuz. Buradan çıkınca hemen Dam Meydanı'nda olan Madame Tussauds'a gidebilirsiniz. Bu balmumu müzesinin girişi 22,50 Avro, ancak eğer Londra'da girdiyseniz, Amsterdam'da girmenize bence gerek yok (sağdaki Hollanda kralı Willem-Alexander ve eşi). Buradan çıkınca The Amsterdam Dungeon'a girdim. Korkutmasa da çok eğlenceliydi, giriş ücreti 22 Avro. Ancak giriş ücreti yüksek olduğundan, Dungeon'lara veya korku seanslarına özel bir ilginiz yoksa, gitmenizi tavsiye etmiyorum, nasılsa Amsterdam'dasınız :).
6. günümü tam gün boyunca Rotterdam'da geçirdim. Avrupa kıt'asının en büyük limanının bulunduğu kent, Hollanda'nın da ikinci büyük kentidir. İkinci dünya savaşında neredeyse tamamen yıkılan kent (Nazi Bombardımanı sonucu) 1950-1970 yıllarında tamamen baştan inşa edilmiştir. O nedenle Amsterdam ile Rotterdam arasında görünüş itibariyle oldukça fark var. Sevimli sokaklar ve kanal evleri ya da tarihi binalar Rotterdam'da yok, tamamen metal ve modern bir kent görünümünde (solda Erasmus Köprüsünü görebilirsiniz). Dolayısıyla ne yalan söyleyeyim, ben Rotterdam'ı pek sevmedim. Kültür gezisi yapacaksanız, önceliğiniz Amsterdam ve vaktiniz varsa Lahey (Den Haag) olsun.
Amsterdam denilince akla gelenlerden birisi de sosyal hak ve özgürlükler: Eşcinsel evliliğe izin veriliyor olması, fahişeliğin hoş görülmesi ve esrar/mantar/mariuhana vb. ürünlerin cadde üzerindeki veya ara sokaklardaki CoffeShop'larda rahatça satılıyor olması ve alkollü içkilerin uygun fiyatlı olması (Hollanda'da üretilenler özellikle) turistleri çeken etkenlerden birisi (bazı insanlar sadece bunlar için geliyor). Ancak CoffeShoplar'ın önünden geçerken duyulan keskin esrar kokuları bende bir süre sonra bir tiksinti yarattı, ayrıca "Space Cake" de tahmin edildiği kadar güzel değil ama vücudun tepki vereceği kadar etkili (mantarları keyfinize bırakıyorum, onlar seviye seviye). Bu mekanlar kanunlara göre reklam yapmadıkları, kuvvetli uyuşturucu satmadıkları ve 5 gramı aşmadıkları müddetçe satış yapabiliyorlar. Bundan ayrı olarak, kendi mutfağı olmadığını gözlemlediğim Hollanda'nın en önemli tatlarından birisi de peyniri. Bin bir çeşit peynir bulabileceğimiz Hollanda'nın en tanınan peyniri özel bir tada sahip olan Gouda'sı (eski kaşar). Teker şekli verilerek kalın bir zar altında satılan peynir açılmadığı müddetçe 1 yıl dayanabiliyor, o nedenle güzel bir hediye olabilir (resimdeki gibi rengarenk). Sade, fesleğenli, biberli veya başka değişik tatlarda Gouda'lar Amsterdam'daki peynircilerde satılıyor (raflardaki en küçük tekerler 9.90 Avro, ancak 3'lü paketler halinde daha uygun fiyata da satılıyor). Süpermarkete girerseniz eğer, daha küçük tadımlık paketleri ve farklı peynirleri (Fransız, Belçika vb.) daha uygun fiyatlara da bulabiliyorsunuz. Almasanız bile, tatmadan gelmeyin lütfen :). Zaten bir peynirciye girseniz, tüm peynirlerinden tatmanıza izin veriyorlar, yine de domuz etine dikkat ediyorsanız, sorunuz, zira domuz eti ihtiva eden peynirleri bile var.
Yukarıda yazdıklarım dışında, ücretsiz veya cüzi ücretlere gidilebilen yerler de var: Begijnhof (Manastır biçiminde inşa edilen bir alan), Oude Kerk (Eski Kilise), Museum Van Loon (Örnek bir kanal evi), Dam Meydanındaki mimari, Nieuwe Kerk (Yeni Kilise), De Bijenkorf (Alışveriş Merkezi), VondelPark (Central Park gibi dev bir yeşil vadi, festival varsa takip edin), çiçek pazarları ve Waterlooplein (Yahudi pazarı) vb gibi yerler (Modern Cafeler ve Sanat Galerileri de cabası). Bunlar benim tespit edip görebildiğim yerler ancak bir gezi rehberi satın alırsanız, daha görülecek onlarca yer olduğunu göreceksiniz. Veya amacınız sadece eğlence ise, zaten doğru yerdesiniz ;).
Peynirleri, yel değirmenleri, bisikletleri ve laleleri ile tanınan bu ülkeye gezi planınızda mutlaka yer verin. Hem eğlenceli hem de kültürel açıdan oldukça faydalı bir gezi yapacağınız kesin :). Her şeyden evvel, farklı bir ülke & şehir keşfetmek ufkunuzu açacak, dünyaya bakışınızı değiştirecektir. Sıcakkanlı ve yardımsever insanları, güzel planlanmış temiz şehirleri ve lezzetli peynirleri ile benim izlenimlerin olumlu yönde, umarım sizin de öyle olur. Bu arada, indirimler ve faydalı ipuçları için bir sonraki yazımı mutlaka okuyunuz. İyi eğlenceler & Kocaman sevgiler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder