29 Mayıs 2015 Cuma

Virginia Angus - Nişantaşı

Daha önce birkaç kere adını duymuştum ancak yemek yemeye çok düşkün birisi olmadığım için özel olarak gitmemiştim. Ancak bu hafta fırsat olunca iş çıkışı arkadaşlarla Virginia Angus'un Nişantaşı şubesine gittik (ara sokakta olduğu için biraz zor bulunuyor, Halaskargazi Caddesi'nde yerini sorabilirsiniz, Topshop'un karşısındaki aralıkta). İlk defa deneyeceğim için riske girmemek adına ben "Virginia Burger" (200 gr.) denedim (resimdeki House Burger) fakat menüde başka çeşitler de yazdığı için seçenekleriniz var. Aslında kendinizi burger ile kısıtlamayın, ızgara çeşitleri de mevcut (bonfile, köfte, sucuk, steak vb.). Virginia Burger baharatlı patates ile birlikte servis ediliyor ancak içeceği ayrıca almanız gerekmekte (kutu içecekler 5 TL ve soda/su 3 TL). Burgerleri oldukça lezzetliydi, ızgaralarının da çok lezzetli olduğunu duydum ama patatesleri biraz fazla yağlıydı, belki bana öyle denk gelmiştir, bilemedim. Bir de Eminönü'nde şubesi bulunuyor, fırsatınız olursa denemeniz tavsiye ederim. İyi eğlenceler & Afiyet olsun!

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Van Gogh Museum

Bazı resimleri dünyanın en tanınmış ve  pahalı eserleri arasında sayılan Vincent Willem van Gogh'un müzesi görmek istediğim yerler arasındaydı. Geçtiğimiz hafta yaptığım Amsterdam seyahatinde bu dileğimi gerçekleştirmiş olmaktan mutluyum (ölmeden önce görülmesi gereken yerler listesine bir çizik daha attım). Bildiğiniz üzere, Van Gogh ard izlenimci Hollandalı bir ressamdır, dolayısıyla buraya yapacağınız bir gezi planında -ilginize göre- bu müzeye zaman ayırmanızı tavsiye ediyorum. Müze Gerrit Rietveld tarafından yapılmıştır (1973) ve ulusal bir müze özelliği taşımaktadır. 2005 yılından bu yana her yıl ortalama bir milyon kişi tarafından ziyaret edildiği belirtilmektedir. Aşağıda paylaşmış olduğum (sizin de mutlaka dergi, broşür vb. medyalardan aşina olduğunuz) tablolardan anlaşılacağı üzere gençliğinde koyu ve kasvetli renklerle çalışan ressam, yeni izlenimcilik akımının etkisiyle canlı renklere geçmiş ve zamanla kendi tarzını oluşturmuştur. Hayatı boyunca bine yakın sulu boya/yağlı boya eser ve binin üzerinde kara kalem çalışma üreten ressam maalesef ki yaşamını yokluk içinde kardeşinin kendisine sağladığı maddi destek ile sürdürebilmiştir. Hayatının son dönemlerinde psikolojisi iyice bozulan Van Gogh (kulağını kesmiştir hatta) intihar ederek yaşamına son vermiştir. 20. yüzyılın en önemli ilham kaynaklarından kabul edilen ressamın eserlerinin ve resim malzemelerinin sergilendiği müze ile tarihe de tanıklık edeceksiniz, Amsterdam'a yolunuz düşerse fırsatı mutlaka değerlendirin derim (yandaki resim ressamın balmumu müzesindeki balmumu heykeli, aşağıdaki fırçalar da benim Hollanda hatırası olarak aldığım Van Gogh fırçaları).





25 Mayıs 2015 Pazartesi

Amsterdam için İpuçları

Amsterdam'a turistik gazi yapacak kişiler için bazı tavsiyelerim var. Bu arada Amsterdam çok büyük bir kent, benim saydığım 21 müze var. Dolayısıyla her yeri gezemeyeceğiniz için siz de kendi gezi planınızı kalacağınız güne ve yanınızdaki paraya göre yapabilirsiniz. Bir önceki yazımda müze ve benzeri yerlerin yetişkin ziyaretçi giriş fiyatlarını ve kendi gezdiğim yerleri yazmıştım. Bu yazımda, daha az para ve zaman harcamanız için deneyimlerime dayanarak bazı ipuçları vereceğim.

İpuçları: 

- Central Station'da ve şehir merkezindeki Turist Information'larda şehir haritası ve turistik yerlere indirimli giriş için bazı kuponlar ve broşürler bulunuyor. Mutlaka alın, müzelere birkaç Avroluk indirim sağlıyor. 
- Para hesabınızı gitmeden yapın, zira bize kıyasla pahalı bir ülke.
- Bazı müzelere 24 saat ve 48 boyunca ücretsiz giriş sağlayan müze kartlar mevcut, alırsanız daha ekonomik gezebilirsiniz. Veya müzelere kapanış saatinden bir saat önce girmek yarı fiyat, ama gezmeye yeter mi bilmiyorum :)
-Bazı müzeler ve popüler eğlenceli deneyimler için turistlere özel otobüsle şehir turu veya kanal turu imkanı da içinde olan "Holland Pass" adında kartlar da satılmakta (82 Avro)
- Şehir iyi bir plan yaparsanız yürüyerek gezilebiliniyor ancak raylı sistemler için günlük & haftalık kartlar da satılıyor
- Bisiklet veya elektrikli motor vb. kiralarsanız çok dikkatli olun ve kilitlediğinizi mutlaka kontrol edin, zira birisi binip gidebilir :). Ayrıca bisikletiniz "Bisiklet Park Edilmez" yazan yere park etmeyin, çekilebilir. 
- Arabanız var ise veya kiraladıysanız, park yerlerine dikkat edin, çünkü çok pahalı, yaya gezecekseniz, yayaya yeşil yanmadan geçmeyin, yaya cezası kesilebilir. 
- Şehri elinizde harita yürüyerek keşfetmek istiyorsanız, kaybolduğunuz anda (çok fazla kanal ve birbirinin kopyası sokak olduğundan yüksek ihtimalle kaybolursunuz) hemen Dam Meydanı'nı sorun, şehrin merkezi Dam Meydanı olduğundan, oradan her yere çıkılabilir. 

İzlenimler:

- En güzel gezilecek zaman Mayıs-Eylül ayları, ancak biraz serin olabilir, Türkiye gibi düşünmeyin.
- Hollandalı insanlar güler yüzlü ve yardımsever olduğundan, soru sormaya çekinmeyin, İngilizceleri de gayet iyi, özellikle Amsterdam'da.
- Kentin en güzel tarafı: Tarihe, çok kültürlülüğe ve bireysel özgürlüklere verilen önem
- Kentin en sıkıcı tarafı: Amsterdam'a sadece CoffeShop ve Red Light için gelen turistler

Herkese iyi eğlenceler & keyifli geziler. 

Amsterdam Gezi Yazısı

Yurt dışı seyahatinden hoşlanan kişilerin listesinin ilk sırasındadır: Amsterdam. Sahip olduğu özgürlüklerle  ve renkli gece hayatıyla gençlerin; müze, sanat galeri ve mimarisi ile de kültür sanattan hoşlananların ve lezzetli peynirleriyle gurmelerin gezi planlarını süsleyen Amsterdam'ı sonunda gezip görmek bana da nasip oldu. Gezi planım yedi gün olduğu için Hollanda'nın farklı şehirlerini de gezebildim (LaHey, Rotterdam, Voorhout, Noordwijk, Leiden vb.). Ancak önceliğim ve detaylı planım Amsterdam üzerine olduğu için bu yazıda özellikle bu şehirdeki görülmesi gereken yerlerden söz edeceğim. Yazıdaki sıralamayı benim günlük planıma göre yaptım, eğer sizin öncelikleriniz farklı ise, farklı bir rota belirleyebilirsiniz (ya da spontan gezebilirsiniz, tamamen size kalmış). Biz arabayla devam ettik ancak Amsterdam Schiphol Havalimanına inince (AMS) Amsterdam Merkez İstasyonuna (Central Station) veya Haarlem gibi transit geçilen kentlere tren seferinin sıklıkla yapılmakta olduğunu belirtmeliyim (standart fiyatlar tek yön 4 - 5 Avro, gidiş dönüş bir arada alınırsa, vergi avantajıyla bilet1 Avro daha uyguna geliyor). Kalacağınız otelin havaalanı transfer servis hizmeti de var ise, bu şekilde ilerlemek de mantıklı olabilir. Amsterdam'da şehir içi raylı sistemlere biniş için alınan günlük veya haftalık kartlardan da almanızı tavsiye ederim, her yerde bulunan "Turist Information" lardan bu konuda destek alabilirsiniz.
Benim ilk durağım, kaldığım yere yakınlığı sebebiyle Keukenhof'du (Lisse'de, otobüs seferi bulunmaktadır). Dünyanın en büyük çiçek bahçelerinden birisi olan Keukenhof, Garden of Europe adıyla da bilinmektedir. Giriş ücreti 16 Avro, park yerleri de ücretli. Bu arada belirtmekte fayda var, müze, galeri vb. yerlerin giriş ücretleri oldukça pahalı, bu nedenle mümkün olduğunca hesaplayıp hareket etmekte fayda var. Sonra gidip de istediğiniz yerlere giremeden dönmeyin :). İkinci bir husus da, Keukenhof'un yalnızca Nisan-Mayıs aylarında açık olduğunu (bu yıl 17 Mayısta kapandı) belirtmeliyim. Sevimli Hollanda köylerini, uçsuz bucaksız lale denizlerini ve yel değirmenlerini görmek için Keukenhof'un açık olduğu tarihleri dikkate almanızı tavsiye ederim.
İkinci durağımız bisikletle gittiğimiz Noordwijk oldu. (Hollandalılar tam bir bisiklet fetişi, ülkede insan sayısının iki katı kadar bisiklet olduğu söyleniyor, bisiklet yolları, park yerleri ve bisikletler için düzenlenmiş trafik ışıkları var). Şehri tam gezip göremedik ancak Kuzey Denizi'ne kıyısı sebebiyle buraya özgü balıkların (Lekkerbek gibi) tadına bakabileceğiniz restoranları ziyaret edebilirsiniz. Noordwijk dönüşünde LaHey'e gittik (İngilizcesi "The Hague" ve Felemenkçede "Den Haag" deniyor). Lahey'in politik önemi çok büyük. Hollanda'nın başkenti Amsterdam olmasına rağmen, parlamentonun bulunduğu ve fiilen ülkenin yönetildiği yer Lahey'dir. Ayrıca Uluslararası Adalet Divanı ile Uluslararası Ceza Mahkemesi bu şehirdedir. Birleşmiş Milletlerin de ek ofisine ev sahipliği yapan şehir, pek çok önemli anlaşmanın imzalandığı bir kenttir. Meşruti Monarşi ile yönetilen Hollanda'nın kraliyet ailesinin oturduğu saray ve diplomatik temsilcilikler de Lahey'de bulunmaktadır. Gitmişken görmekte fayda var. Eğer vaktiniz varsa, Sanat Müzesi ve Sanat Galerileri (Kraliyet koleksiyonları) de mevcut.
Bu ek bilgilerden sonra tekrar gelelim Amsterdam'a. Bu şehirde ilk durağım Anne Frank'ın Evi oldu. İkinci Dünya Savaşı Nazi işgali sırasında Anne Frank ve ailesinin saklandığı ev müze olarak ziyarete açılmış durumda ve Anne Frank'ın günlükleri de sergileniyor. Giriş ücreti 9 Avro. Buradan çıkınca Amsterdam Museum'a gittik. Şehrin geçmişi ve güncel dönemine ilişkin her şey bu müzede sergileniyor. Dam Meydanına yürüme mesafesinde olan müzenin giriş ücreti 12 Avro. Buradan çıkınca ünlü sokak Red Light Secrets'e (De Wallen) gittik (gitmesek olmazdı, lanet olsun). De Wallen 300 adet vitrinli kabine ev sahipliği yapmaktadır. Bu sokakta iki müze var: Erotic Museum (Giriş ücreti 10 Avro) ve Museum of Prostitution (Giriş ücreti 10 Avro). Biz hava kararmadan geçtiğimiz için henüz ışıklandırılmamıştı ancak siz bir de gece 11'den sonra geçin ;). Ben gece geçtiğimde daha çok beğendim çünkü.
Üçüncü gün tamamen kültür gezisine ayırdım. İlk durağım olan Hollanda Milli müzesi "RijksMuseum" Amsterdam'daki en büyük müzelerden birisi. Saray koleksiyonlarının yanı sıra ünlü Hollandalı ressamların tablolarının da yer aldığı müze, Museumplein (Museum Square)'in ilk sırasında yer alıyor. Rembrandt'ın ünlü "Night Watch" tablosu (solda) ve diğer tabloları bu müzede sergilenmektedir (sağda resim malzemeleri bulunuyor). Ayrıca "Waterloo", Van Gogh'un birkaç tablosu ve Vermeer'in tabloları (İnci Küpeli Kız burada değil maalesef, Lahey'de) da bu müzede. Amsterdam'a gittiğinizde mutlaka uğrayın, hatta yalnızca bir müzeye uğrayacaksanız, o müze RijksMuseum olsun. Giriş ücreti 17,50 Avro. Museumplein'de bir sonraki ziyaretimi Van Gogh Museum'a yaptım. Bu müzeden ayrıca söz edeceğim, giriş ücreti 17 Avro. Bu arada, yukarıdaki o ünlü "I & Amsterdam" yazısı da Museumplein'da. Artık önünde bir fotoğraf çektirirsiniz :).
Amsterdam demişken, biraz da eğlenceye zaman ayırmak gerekir tabi. RijksMuseum'dan çıkınca sağa dönüp aşağıya doğru yürüdüğünüzde Heineken Brouwery (Bira Fabrikası) ile karşılaşacaksınız. Müzeye dönüştürülerek ziyarete açılan Heineken Fabrikasında bira yapım aşamaları, beş boyutlu oda deneyimi, sertifikalı bardağa bira koyma eğitimi, müzikli bar salonu gibi eğlenceli deneyimleri bulunuyor, ayrıca her ziyaretçinin ziyaret sırasında 2 kocaman bardak ücretsiz bira içme hakkı da var :). Eğer Heineken size yeterli gelmediyse, akşam Amsterdam'ın en ünlü barı "IceBar Xtra Cold"a da gidebilirsiniz. Heineken Brouwery'nin girişi 18 Avro ancak IceBar'a gidecekseniz, ne kadar para harcarsınız onu bilemem, zevkinize kalmış (IceBar giriş ücreti 19.50 Avro). Bir öneri daha, bara girmek yerine, elinizde şehir haritası alarak, Amsterdam'da küçük bir yürüyüş yapıp yeni sokaklar keşfetseniz, daha çok eğlenirsiniz :). Ya da amacınız tamamen gece eğlencesi ise, Red Light'ta çok cazip striptiz barlar var (included live sex).
Ertesi günü (4. gün) tam gün boyunca Leiden'de geçirdim. Tamamen bir öğrenci kenti olan Leiden'in de kanalları ve köprüleri ilgi çekici, güzel bir mimarisi var. Ancak çok uzatmamak adına, bu yazıda bahsetmemeyi tercih edeceğim. Bir sonraki gün (5. gün) Amsterdam'da Kanal Turu yaptım (Canal Cruises). Central Station yakınında pek çok kanal turu yapan bürolar bulunuyor, kendinize göre birini seçebilirsiniz. Kanal turu yaklaşıl 1,5 saat sürüyor ve fiyatlar 9-16 Avro arasında değişiyor. Kanal turu yapmanızı mutlaka tavsiye ediyorum, zira çok ilginç kanal evleri ve sokaklar görüyorsunuz. Buradan çıkınca hemen Dam Meydanı'nda olan Madame Tussauds'a gidebilirsiniz. Bu balmumu müzesinin girişi 22,50 Avro, ancak eğer Londra'da girdiyseniz, Amsterdam'da girmenize bence gerek yok (sağdaki Hollanda kralı Willem-Alexander ve eşi). Buradan çıkınca The Amsterdam Dungeon'a girdim. Korkutmasa da çok eğlenceliydi, giriş ücreti 22 Avro. Ancak giriş ücreti yüksek olduğundan, Dungeon'lara veya korku seanslarına özel bir ilginiz yoksa, gitmenizi tavsiye etmiyorum, nasılsa Amsterdam'dasınız :).
6. günümü tam gün boyunca Rotterdam'da geçirdim. Avrupa kıt'asının en büyük limanının bulunduğu kent, Hollanda'nın da ikinci büyük kentidir. İkinci dünya savaşında neredeyse tamamen yıkılan kent (Nazi Bombardımanı sonucu) 1950-1970 yıllarında tamamen baştan inşa edilmiştir. O nedenle Amsterdam ile Rotterdam arasında görünüş itibariyle oldukça fark var. Sevimli sokaklar ve kanal evleri ya da tarihi binalar Rotterdam'da yok, tamamen metal ve modern bir kent görünümünde (solda Erasmus Köprüsünü görebilirsiniz). Dolayısıyla ne yalan söyleyeyim, ben Rotterdam'ı pek sevmedim. Kültür gezisi yapacaksanız, önceliğiniz Amsterdam ve vaktiniz varsa Lahey (Den Haag) olsun.
Amsterdam denilince akla gelenlerden birisi de sosyal hak ve özgürlükler: Eşcinsel evliliğe izin veriliyor olması, fahişeliğin hoş görülmesi ve esrar/mantar/mariuhana vb. ürünlerin cadde üzerindeki veya ara sokaklardaki CoffeShop'larda rahatça satılıyor olması ve alkollü içkilerin uygun fiyatlı olması (Hollanda'da üretilenler özellikle) turistleri çeken etkenlerden birisi (bazı insanlar sadece bunlar için geliyor). Ancak CoffeShoplar'ın önünden geçerken duyulan keskin esrar kokuları bende bir süre sonra bir tiksinti yarattı, ayrıca "Space Cake" de tahmin edildiği kadar güzel değil ama vücudun tepki vereceği kadar etkili (mantarları keyfinize bırakıyorum, onlar seviye seviye). Bu mekanlar kanunlara göre reklam yapmadıkları, kuvvetli uyuşturucu satmadıkları ve 5 gramı aşmadıkları müddetçe satış yapabiliyorlar. Bundan ayrı olarak, kendi mutfağı olmadığını gözlemlediğim Hollanda'nın en önemli tatlarından birisi de peyniri. Bin bir çeşit peynir bulabileceğimiz Hollanda'nın en tanınan peyniri özel bir tada sahip olan Gouda'sı (eski kaşar). Teker şekli verilerek kalın bir zar altında satılan peynir açılmadığı müddetçe 1 yıl dayanabiliyor, o nedenle güzel bir hediye olabilir (resimdeki gibi rengarenk). Sade, fesleğenli, biberli veya başka değişik tatlarda Gouda'lar Amsterdam'daki peynircilerde satılıyor (raflardaki en küçük tekerler 9.90 Avro, ancak 3'lü paketler halinde daha uygun fiyata da satılıyor). Süpermarkete girerseniz eğer, daha küçük tadımlık paketleri ve farklı peynirleri (Fransız, Belçika vb.) daha uygun fiyatlara da bulabiliyorsunuz. Almasanız bile, tatmadan gelmeyin lütfen :). Zaten bir peynirciye girseniz, tüm peynirlerinden tatmanıza izin veriyorlar, yine de domuz etine dikkat ediyorsanız, sorunuz, zira domuz eti ihtiva eden peynirleri bile var.
Yukarıda yazdıklarım dışında, ücretsiz veya cüzi ücretlere gidilebilen yerler de var: Begijnhof (Manastır biçiminde inşa edilen bir alan), Oude Kerk (Eski Kilise), Museum Van Loon (Örnek bir kanal evi), Dam Meydanındaki mimari, Nieuwe Kerk (Yeni Kilise), De Bijenkorf (Alışveriş Merkezi), VondelPark (Central Park gibi dev bir yeşil vadi, festival varsa takip edin), çiçek pazarları ve Waterlooplein (Yahudi pazarı) vb gibi yerler (Modern Cafeler ve Sanat Galerileri de cabası). Bunlar benim tespit edip görebildiğim yerler ancak bir gezi rehberi satın alırsanız, daha görülecek onlarca yer olduğunu göreceksiniz. Veya amacınız sadece eğlence ise, zaten doğru yerdesiniz ;).

Peynirleri, yel değirmenleri, bisikletleri ve laleleri ile tanınan bu ülkeye gezi planınızda mutlaka yer verin. Hem eğlenceli hem de kültürel açıdan oldukça faydalı bir gezi yapacağınız kesin :). Her şeyden evvel, farklı bir ülke & şehir keşfetmek ufkunuzu açacak, dünyaya bakışınızı değiştirecektir. Sıcakkanlı ve yardımsever insanları, güzel planlanmış temiz şehirleri ve lezzetli peynirleri ile benim izlenimlerin olumlu yönde, umarım sizin de öyle olur. Bu arada, indirimler ve faydalı ipuçları için bir sonraki yazımı mutlaka okuyunuz. İyi eğlenceler & Kocaman sevgiler.



5 Mayıs 2015 Salı

Van Gezi Yazısı

1 Mayısın cumaya gelerek hafta sonu ile bağlanması sonucu pek çok kişi gibi biz de bu üç günlük tatili değerlendirdik. Birkaç farklı fikirden sonra oy çokluğuyla Van'a gitmeye karar verildi. Doğu Anadolu'nun en büyük ili olan Van,  Türkiye'nin de İran'a sınırı olan illerinden biridir. Van Gölü'nün kıyısındaki toprakların verimli olması ve akarsularla desteklenen bölgenin uygun iklim koşullarına sahip olması dolayısıyla insanların yerleşmek için tercih ettiği bir şehir olduğu söylenmektedir. Diğer Doğu illerini görmedim ancak Van'ın bölgenin önemli büyüklüğe sahip bir ili olduğu nüfusundan ve halkın yaşamından belli oluyor. Güzel havalarda herkesin dışarıya çıkması, Van gölü kıyısındaki sahil şeridinde ailelerin piknik yapması veya kahvaltı/yemek mekanlarının ve çarşının kalabalık olması bende bu şekilde bir izlenim uyandırdı. 
Biz uzak olması dolayısıyla takdir edersiniz ki Van'a uçakla gittik. Türk Hava Yollarının İstanbul'dan Van Ferit Melen Havaalanına günde ortalama dört uçuşu oluyor. O nedenle uçakla gitmek isterseniz bilet bulmakta sorun yaşayacağınızı sanmıyorum ancak bilet fiyatları biraz pahalı :). Otel olarak da Van'da çok fazla seçenek yok ancak Öğretmenevi gibi sosyal tesisleri kullanabilirsiniz. Onun dışında Van içinde gezerken çeşitli yerlere minibüsle ulaşım sağlandığından, bu konuda sorun olmayacaktır. Van'da ilk olarak hepinizin tahmin edeceği üzere Akdamar Adasına gittik (ada Van'da "Ahtamar" olarak bilinmektedir). Van merkezden ilçelere giden minibüslerin bulunduğu alandan "Gevaş" minibüslerine binerseniz, Akdamar İskelesinde inerek akşam 7'ye kadar devam eden feribotlarla adaya rahatlıkla gidebilirsiniz (gidiş dönüş 15 TL, kiliseye giriş 5 TL - Müzekartla giriş mümkün). 
Ada özellikle ilkbahar aylarında muhteşem bir güzelliğe sahip. Doğanın canlanması ve kır çiçeklerinin açması sonucu (hava da bunaltıcı sıcak değildi) ziyaret edenlerin en çok tercih ettiği aylardan birisi mayıs ayı. Zaten gidince göreceksiniz, Akdamar Kilisesi ve ada yerel halk tarafından da oldukça ilgi görüyor ve adada oyunlar oynayıp piknik yapıyorlar. Adada küçük bir çay bahçesi mevcut ancak benim tavsiyem gitmeden bir piknik sepeti hazırlayarak en azından yarım günü adada geçirmenizin keyifli olacağı yönünde.


İkinci gün durağımız Van Kalesi oldu. Sarp bir kayalık üzerine inşa edilen kale, Van şehir merkezine yakın bir konumda bulunuyor (5 km). Bu nedenle şehir merkezinden kalkan minibüslerle kısa sürede kaleye ulaşabilirsiniz. Kültür Bakanlığına bağlı olduğu için aynı şekilde Müze Kartla girilebiliyor (giriş 5 TL). Van halkı kaleye tırmanmak suretiyle ücretsiz giriş sağlayabiliyor ancak bize biraz tehlikeli göründüğü için arka tarafta yer alan girişte girmeyi tercih ettik. Van Kalesi Urartu Krallığı tarafından kalenin arka kısmındaki ovaya kurulan Tuşpa şehrini korumak maksadıyla yaptırılmış. bu nedenle kalenin tepesine çıktığınızda şehri kuş bakışı seyredebiliyorsunuz (diğer tarafınız da Van gölü manzarası var).
Surların arka tarafından alabildiğine uzanan yeşil ve sulak bir ova ve bazı yıkık tarihi yapılar ve restore edilmiş camiler mevcut. Bu yeşil bahçeye "Horhor Bahçeleri" (sağdaki resim) adı verilmiş (Horhor sözcüğü nereden geliyor bulamadım). Kalenin dibinde, yeşil bahçelerin başladığı yerde suyu içilen bir Horhor kaynağı da var (soldaki resim). Doğanın uyandığı Mayıs ayı bu bahçeleri gezmek için en güzel mevsim, bu nedenle gezi planınızı buna göre ayarlamanızı tavsiye ediyorum.
Van Kalesinin hemen sonunda insanların güzel havalarda faydalandığı Kültür Parkı bulunuyor. Bu parkı geçince (yaklaşık 200 mt sonra) Van Kedi Evi ve gümüş el işi takıların satıldığı bir bedesten var (Arubani Bedesteni). Van Kedi Evinde çok fazla kedi yok ancak en azından koruma altına alınmış olması beni mutlu etti. Bazıları kırma olsa da, mavi-yeşil gözlü kediler burada gönlünde yayılıp uyuyorlar. Dikkatimizi çeken bir diğer husus da, neredeyse on adımda bir sokak satıcısı tarafından satılan Uçkun (Işgın) bitkisi (sol resimdeki ince uzun yeşil bitkiler). Yayla muzu olarak bilinen bitki yerel halk tarafından çok seviliyor ve meyve gibi tüketiliyor. Biz de merak edip denedik tabi, ekşimsi bir tadı var havuç kadar olmasa da sert bir yapıda. Duyduğuma göre diğer Doğu illerinde de halk tarafından sevilerek tüketilmekteymiş.
Mademki yemekten konuyu açtık, gelelim Van'a asıl gitme sebebimize: Kahvaltı. Van'da oldukça zengin bir kahvaltı kültürü var. Kahvaltı için birkaç ünlü mekan var ancak bizim tavsiyemiz "Bak Hele Bak Yusuf Konak". Günlük olarak mandıradan gelen süt ve kaymak ile birlikte, bal, zeytin, otlu peynir ve farklı peynir çeşitleri, un helvası, ceviz ve gül reçeli, kavut, cacık, tereyağ, tahin-pekmez ve soldaki resimde gördüğünüz diğer enfes ikramlarla muhteşem bir kahvaltı sunumu var (yanında çay veya süt içiliyor yalnızca - çay kaçak olabilir :)). Otlu peynir dağda yetişen yabani kekik, yabani sarımsak ve benzeri dağdan toplanan otlarla genellikle koyun sütünden elde ediliyor. Biraz tuzlu ancak çok lezzetli bir peynir çeşidi. Van'a özgü pide şeklindeki ekmeklerle yemesi pek zevkli oluyor. Van'da küçükbaş hayvancılık yaygın olduğundan, kebaplar da (özel bir yemek türü yok sanırım, Güneydoğu'ya özgü kebaplar yapılıyor) genellikle koyun-kuzu etiyle yapılıyor. Ancak ayranı sağ resimdeki gibi tastan kepçeyle içiyorlar ve yemek öncesi ikramları zengin ve fiyatları uygun (çiğ köfte, ezme ve salata).
Biz küçük bir kaza geçirmemiz sebebiyle çok güzel anılarla ayrılmasak da, Van'ı şehir olarak çok beğendik. Özellikle depremden sonra yeniden yapılanmış olması sebebiyle yeni ve hayat dolu bir şehir, insanları da çok yardımsever. Türkiye'de gezilip görülecek çok yer var ancak yolunuz düşerse veya imkanınız olursa Van'a gitmenizi tavsiye ediyorum. Gidip görmeden, anlayamazsınız ;).

Not: Rus Pazarına giderek "Kaçak çay" denilen İran Çayından (Ahmed Tea) mutlaka deneyin.

Şimdiden iyi eğlenceler & esenlikler dilerim.